2 Aralık 2013 Pazartesi

GEORGE ORWELL - ASPIDISTRA

Aspidistra... Bir zambak türü...Romanın geçtiği yıllar 1930'lar... Yer İngiltere... Bahsedilen dönemde Aspidistra yalnızca bir zambak türü değil, aynı zamanda bir statü unsuru. Sınıf atlamaya hevesli, acınası insanların evlerinin en güzel köşesine özenle yerleştirdikleri, çirkin yeşil yapraklı bir bitki.
Eskiden aspidistra ile fotoğraf çekilmek bile modaydı

Aspidistra
Romanı okurken aklıma tek gelen şey maliye bölümünde okuyan kuzenimin bir zamanlar bana söyledikleriydi. İstatistiklere göre bazı ürünlerin fiyatı ne olursa olsun talebi asla azalmıyor. Bunlardan birisi de nişan yüzüğü. Nişan yüzüğü, hayati önem taşıyan ilaçlarla aynı kategoride bulunuyor. Şu durumda; hayatta kalabilmek için ihtiyaç duyduğumuz ilaçlarla, birlikteliği çevreye duyurmak için taktığımız yüzük ülkemizde aynı kefeye konuyor.
Nişan Yüzüğü = Hayati Önem Taşıyan İlaçlar
George Orwell her zamanki etkileyici anlatımıyla okuyucuyu kitabın içine hapseder. Hayvan Çiftliği ve 1984'ten önce yazdığı bu romanda uzun ama yerinde tasvirler bulunmaktadır. Her dönemde bir başka saçmalığın moda olması planlanmamış bir durum olamaz. Bir insan açken, giyecek giysi bulamazken, soğuktan donarken neden bir çiçeğe sahip olmak bu kadar öncelikli bir hal alır? Orwell ezberci ve gösteriş meraklısı bir toplumun, beyin terk yapılanmasını gözler önüne sermektedir. Bunlar belli bir zümre tarafından beyinlere yerleştirilmiş, sorgulanması yasak eylemlerdir. Toplumda kabul görmek adına, herkes kuzu kuzu  istenileni yapar. Yaptığını sorgulamaksa bir an bile aklından geçmez.
Kitabın başkahramanı, Gordon adında başarısız bir ozandır. Başarısızlığı atalarına dayanmaktadır. Asırlardır Comstock ailesinin başındaki kara bulutlar asla dağılmamıştır. Gordon'un tek başına savaş açtığı büyük bir düşmanı vardır: Para. Para herşeydir. Para sıcak bir yuvadır, ailedir, sevgilidir, güçtür, saygınlıktır, sıcak bir yemektir, köpüklü soğuk biradır, yumuşak kuş tüyü yataktır. Para artık bir araç değil, amaçtır. Bu düşünceyi şu satırlarla dile getirir:
"Para ve kültür! İngiltere gibi bir ülkede parasız ne kadar şövalye olabilirsen o kadar kültürlü olabilirsin."
"Eskiden tanrı neyse, şimdi para oydu. İyi ve kötü artık anlam taşımıyordu, yalnızca başarı ve başarısızlık söz konusuydu. Son derece önemli olan işini başarıyla yürütmek söyleminin kaynağı buydu. Tanrı buyrukları ikiye indirilmişti. Biri işverenler -güzide para rahipleri- için 'Para kazanacaksın'; diğeriyse çalışanlar -yani köleler ve düşük rütbeliler- için 'İşini kaybetmeyeceksin'."
Fight Club'ta Tyler Durden'ın dediği gibi, sahip oldukların zamanla sana sahip olur. Bu yüzden yapılması gereken tek şey, tüm sahip olduklarını ya da olabileceklerini reddetmektir. Eşyalar, arkadaşlar, aile, iş... Bunların hepsi insanı daha fazla sahip olmaya zorlar. Bazen onları kaybetmemek için yaparsın, bazen de kazanmak için... Hepsi kısır bir döngünün halkalarıdır.
 "Para dünyasının içindeydi, ama o dünyaya ait değildi."
Kitabın bir yerinde birden bire süslü bir bardan ve masonların tezgah arkasındaki gizli toplantılarından bahsetmeye başlar. Burası Gordon'un girmek istediği ancak giremediği bir bardır.
"Tezgahın arkasında masonların gizli toplantıları yaptıkları özel bir oda vardı. Kuşkusuz şarkıyı söyleyen onlardı. Büyük üstat ya da adı her neyse, başkanları, sekreterleri onuruna ve de anısına kafa çekiyorlardı." Söyledikleri şarkı Guiness Rekorlar kitabına girmiş olan bir parça... "For he's a very good fellow... (O çok iyi bir dosttur...)" Wikipedia'da verilen bilgiye göre "Happy Birthday (İyi ki doğdun)" den sonra Amerika'da en çok söylenen şarkıymış. "Mason Kardeşliği"nin tercümesi "Mason Fellowship". Bu şarkıda geçen fellow (arkadaş, dost, kardeş) kelimesinin onlarla yakından alakalı olduğunu düşünüyorum.
For he's a very good fellow lyrics
George Orwell her kitabında olduğu gibi Aspidistra'ya da bir çok gizem yerleştirmeyi başarmıştır. Gordon, o barda kendi apartmanında oturan Flaxman'ı görür. Flaxman sıradan bir adamdır ancak paralı dostları vardır. İstese ondan biraz ödünç para isteyebilir,  rahatlıkla onlarla birlikte bir bira içebilir , ancak bunu asla yapmaz.
Romandaki ilginç karakterlerden birisi de Ravelston'dır. Ravelston sosyalizm sevdalısı zengin bir editördür. Yoksullara sempati duyduğu ve komünizme gönül verdiği için onların hayatını yaşamaya çabalasa da, imkansız olduğunu içten içe bilir. Ravelston "Antichrist" adında bir dergi çıkarmaktadır. Derginin ismine dikkat: "Antichrist" yani "Deccal". Bu derginin bana ilk çağrıştırdığı isim elbette Nietzche. (bkz.) Sürekli olarak övdüğü komünizm ve sosyalizmi Gordon'a da benimsetmeye çalışmaktadır. Ancak Gordon'un ideolojilere karnı toktur. Onun savaşı parayladır. Para üzerine kurulu bu düzen yok olmadıkça, parayı reddetmedikçe gelip giden sistemlerin, o ya da bu "-izmlerin" kimseye faydası olmadığını görmektedir. Ravelston'un sırça köşkünden okuduğu mavallar, uygulamaya geçildiğinde teklemektedir. Kendisi de bunun farkında olmakla birlikte Gordon'daki cesarete sahip değildir.
No Money No Honey!
 Kitaptaki bir cümle beni oldukça düşündürdü: "Görünüşte sıradan bir memur, sabahları sağa, akşamları sola doğru gidip gelen, metro vagonlarında tutunma kayışına aslılanlar ordusunun bir eriydi yalnızca." Kaçımız bu tasvire uyuyoruz? Peki kaçımız bir şeyleri değiştirmek için çabalıyoruz?
Hele bir yer var ki... Günümüzün çalışma hayatını tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Orwell diyor ki: "Yapılan iş, aslında yapılmayan bir işti." Çoğumuzun yaptığı, daha doğrusu yapmadığı iş gibi... Bir çok işyerinde olduğu gibi yapılan işlerin çok da büyük bir önemi yok. Çoğumuz sadece çalışmış olmak için çalışıyoruz. Sabah 8'de oturduğumuz masalarımızdan akşam 6 oluncaya dek kalkmıyoruz. Çoğumuz rutin işler yapıyoruz. Çoğunlukla, gün içinde değerli bir bilgi bize uğramıyor. Neler hissettiğimizi kimse önemsemiyor. Kimse kimsenin derinine inmek istemiyor. Aynen Gordon'un yalnızca "kitapçıdaki adam" olması gibi. Kimse onun meziyetlerini bilmiyor, öğrenmek de istemiyor. O, sadece bir araç. Kitapları verip, parayı alan ve kasaya yerleştiren bir kişi. O kadar... Üzgünüm ama sadece o kadar değil... Çok daha fazlası var...

1 yorum: