29 Nisan 2019 Pazartesi

YUSUF ATILGAN - AYLAK ADAM

Yusuf Atılgan - Aylak Adam 1959
     Hangimiz gün geçmiyor ki paranın varlığı ve yokluğunun eşit derecede neden olduğu huzursuzluktan yakınmıyoruz? Paranın ilk bulunduğu günden itibaren insanların üzerine yağdırdığı laneti kınamıyoruz. Bay C. de aynısını yapıyor ama çoğumuzun yaptığı gibi sözle değil fiilen. Parayı önemsizleştirebilecek kadar mal mülk sahibi. Kendisine ait bir evi ve yazı yazmak gibi bir yeteneği var. "Zengin misin?" diye sorduklarında "Zengin değilim. Paralıyım." cevabını veriyor. 
     Kitap 4 bölümden oluşuyor. "Kış", "İlkyaz", "Yaz" ve "Güz". Baş karakterin tam adını hiçbir zaman bilemiyoruz. Adının baş harfi belli C. Belki Cüneyt, belki Ceyhan. Sıradan bir ruhu olmadığı için sıradan olan her şeye karşı. Bir işi rutine binmesin diye ikinci kez yapmayı reddedecek kadar şövalye ruhlu. Kimseye şirin görünmek gibi bir niyeti yok. Küçük insanların kurduğu küçük düzenlere karşı. Kitapta geçen bir kaç cümle bu ruhu birebir yansıtıyor: "Alışmaktan korkuyordu. Böyle giderse bu masa sevgilerinin kutsal yeri olacaktı. Bir yerleri olması kötüydü. Sonra insan kendinin değil, o yerin isteğine uygun yaşamaya başlardı." Kısacası Bay C. sahip olunmamak için sahip olmaya karşı çıkıyor. 
     Dilencilerle ilgili düşüncesi harika. Benden para dilenen bir kadına para verirken aklımdan geçenleri şöyle dile getiriyor: "Yaman adamdı bu dilenci. İnsanların işten dönerken ucuza huzur satın aldıklarını biliyordu... Kişioğlu böyleydi. Kimi dilenmek kimi sadaka vermek zorundaydı." 
     Kitapta en çok da düşündüklerimi düşünen birini bulmuş olmayı sevdim. İlkyaz işte tam olarak böyle bir cümleyle başlıyor: "Günlerin adı, sürelerince yaşanılan olayların değerine göre değişebilir. Bugün şimdilik "paltosunu ilk çıkardığı gün"dü, sonra "Güler'i ilk gördüğü gün" olacaktı. 
     Bay C.'nin yalancılar hakkındaki düşüncesi de şöyle: "...İnsanları yalan söyledikleri zaman dinlemeyi severim. Olmak istedikleri, olamadıkları "kişi"yi anlatırlar." Yalanın kendi içinde tutarlı bir sebebi olur. Bu sebebi çok güzel açıklamış. 
     Kitaptaki bazı tasvirler olağanüstü bir hayal gücüyle yazılmış: "Gökte hep o gazino camından gördüğü, su katılmış rakı rengi bulutlar vardı." Bazen de "Deniz dibi insan leşini kabul etmez." gibi özlü sözler. 
     Romanda aşkı arayan Bay C., aslında bir yaşamda kalma nedeni, içindeki boşluğu dolduracak bir tutamak arıyor. Bunu kendi sözleriyle şöyle dile getiriyor: "... Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadımı insan yuvarlanır. Tramvaylardaki tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kimi zenginliğe tutunur, kimi müdürlüğüne, kimi işine, sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutamağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez. Kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım. Öküzleri besiliydi, pırıl pırıldı. Herkesin "-Veli ağanın öküzleri gibi öküz yoktur," demesini isterdi. Daha gülünçleri de vardır. Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi! Bir kadın. Birbirimize yeteceğimiz, benimle birlik düşünen, duyan, seven bir kadın!"
     1959 yılında yazdığı "Aylak Adam" adeta okuyucusuna o zamandan bu zamana entelektüel algıda pek de fazla değişiklik olmamış dedirtiyor. O yıllardaki Türkiye'nin içinde bulunduğu duruma bakıldığında fazlasıyla cesur bir roman. Tıpkı yazarı gibi. Kitabı okuyacak olanlar Yusuf Atılgan'ın zihninde kısa bir gezintiye hazır olun.