2 Mayıs 2019 Perşembe

MICHAEL ENDE - MOMO

Michael Ende - Momo
     Michael Ende kendisine senelerdir Spiegel'in en çok satanlar listesinde olduğu söylendiğinde ve ismini orada ilk gördüğünde neler hissettiği sorulduğunda şöyle cevap verir: "Utanç." Ardından da ekler: "Bunun başıma gelmesi için neyi yanlış yaptım bilemiyorum. Genelde çok satanlar önemsiz kitaplardır. Bu nedenle "Tanrım, ne büyük bir hata" diye düşünürsünüz. Ancak ben çok iyi kitapların da aynı zamanda çok satanlar arasında olabileceği konusunda kendimi ikna ettim.  'Genç Werter'in Acıları' da Goethe'nin tüm dünyaca bilinen hayatboyu başarısının anahtarıdır." (Söyleşinin devamını linkten okuyabilirsiniz: https://simonphillipganly.jimdo.com/writings-aufs%C3%A4tze/translation-of-an-interview-with-michael-ende/)

     
Michael Ende ve Deli Bakışları

     Michael Ende'nin ruh sağlığı pek de yerinde sayılmaz (Hemen hemen tüm aşırı zeki insanlarda olduğu gibi). Bu nedenle olacak ki, harika romanlar yazmıştır. Onu tanıyan herkes onun bir hayal dünyasında yaşadığını bilir. II.Dünya savaşını birebir yaşamıştır ve bu dönemde babası dejenere sanatçı ünvanını almış, sergi açması ve eserlerini satması yasaklanmıştır. Yaşadıkları nedeniyle genç yaşta intihar girişiminde bile bulunmuştur. Savaş sırasında Alman Ordusu'ndan ayrılmış ve Anti-Nazi propagandası yapan Bavyera Özgürlük Hareketine katılmıştır. Almanya'da yaşanılanları unutmak için 1970 yılında eşi ile birlikte İtalya'ya taşınmış ve 15 sene boyunca Genzano'da yaşamıştır. 1929'da dünyaya gelen Ende, 65 yaşında veda etmiştir. 


Duman Adamlar

     Yukarıdaki kitap kapağında daha insani biçimde tasvir edilmiş olsalar da, hayalimde çok daha sevimsizlerdi: Duman adamlar. Her türlü mutluluğu sömürmeye hazır, insanları ruhsuzlaştıran, zamanlarını çalıp huzurlu olmalarına neden olmak için ellerinden geleni yapan insanımsılar. Michael Ende hiç de yabancı olmadığımız bir konuyu bize en güzel haliyle anlatmış. Hayal dünyası bir çocuğunkinden farksız olan Ende'nin kendi adına duman adamları yenmiş olduğunu anlıyorum. 

     Yabancı sitelerdeki yorumları okuduğumda kimileri Momo'da anlatılan mekanın Genzano olduğunu iddia etmiş. Bu da karakterlerin isimlerinin neden İtalyanca olduğunu açıklıyor: Gigi (Luigi), Beppo, Momo, Nicola, Nino vs. Ayrıca romanın yazılma tarihi de 1973 olduğu için, Ende'nin İtalya'da yaşadığı döneme denk geliyor. 

     Momo şehrin merkezindeki eski amfitiyatroda yaşayan kimsesiz, küçük bir kız çocuğudur. Momo'nun en önemli özelliği harika bir dinleyici olmasıdır. Ben de dahil etrafımdaki insanlarda kolay kolay bulamadığım bir özellik bu. Herkes durmadan anlatmak isteği içinde. Bunun kimseye faydası olmasa da, kimse kimseyi dinlemese de karşı taraf diğerinin ağzından çıkan sözün biteceği anı heyacanla bekliyor ve kendisi anlatmaya başlıyor. Momo'nun etrafındaki insanlar tarafından çok sevilip, sayılmasının nedeni de bu: tüm içtenliğiyle anlatılanı dinlemesi.


     İki yakın arkadaşı var. Biri yaşlı Çöpçü Beppo, diğeri de çok konuşan ve değişik hikayeler anlatan Turist Rehberi Gigi. Beppo çok yavaş hareketlerle hayatını sürdürürken, Gigi çok aceleci ve hareketli. Beppo'nun kafa yapısını şu cümleler çok güzel anlatıyor: "Beppo'nun sorulara yanlış bir cevap vermemek için bu kadar uzun düşündüğünü bilirdi, çünkü Beppo'y göre, dünyadaki bütün anlaşmazlıklar kasıtlı ya da kasıtsız, aceleye getirilerek söylenmiş birtakım yalan yanlış sözlerden kaynaklanıyordu." Momo'nun diğer çocuklarla da arası çok iyi, sürekli bir araya gelip kendi uydurdukları oyunları oynarlar ve kendilerini bambaşka dünyalarda buluverirler.


     Günün birinde duman adamlar ortaya çıkar. Bunların insanlara vadettikleri "lütuf" zaman tasarrufudur.  "Hesap Yanlış ama Geçerli" adlı bölümün giriş cümleleri zamanı en anlamlı şekilde anlatır. "Günlük yaşam içinde çok büyük bir sır vardır. Herkesin bunda büyük bir payı bulunur ve herkes onu bilir, ama pek az kimse bu konuya kafa yorar. Çoğu kimse onu olduğu gibi benimser ve ona asla şaşırmaz. Bu büyük sır zamandır" "...Herkes çok iyi bilir ki bazen bir saatlik süre insana ömür kadar uzun gelirken, bazen de göz açıp kapayıncaya kadar geçip gider. Zamanın bu garip kısalığı ve uzunluğu, o saat içinde yaşanan olaylara bağlıdır. Çünkü zaman yaşamın kendisidir. Ve yaşamın yeri yürektir." 

      İnsanlar zamanlarını çoğu zaman kendi işlerine ya da en kötüsü başka insanların işlerine satıyorlar. Zamanın kıymetini bilmedikçe yaşanan acılar çoğalıyor. Üç zaman: geçmiş, şimdi ve gelecek. Üçünün de aynı an ve şu an olduğunu bilmedikçe, ruhlar acı çekiyor ve neden acı çektiklerini bile anlayamadan bu dünyadan göçüp gidiyor.

     Duman adamlarla anlaşma yapan insanlar daha iyi giyiniyor, daha çok para kazanıp daha çok harcıyor, hayal kurmaya asla vakit ayırmıyorlar ve sessizliğe dayanamıyorlar. Romanda geçen harika bir cümle de şöyle diyor: "En dayanamadıkları şeyse sessizlikti. Çünkü sessizlikte gerçek yaşantılarının nasıl olduğunun farkına varıp korkuya kapılıyor ve hemen gürültüye başlıyorlardı". Bu duman insanlarla anlaşma yapmış olanlar bana dünyamızdaki kendine yetemeyen tipleri anımsattı. Onlar için etrafa bakınarak gezinmek, kafasından geçen sesleri susturup sadece sessizliğin tadını çıkarmak, kendi içine dönmek, bir şeylere bağımlı olmadan yaşamak çok zordur. Bağımlı olacakları ve sürekli yapacakları bir şeylere ihtiyaç duyarlar. Bu din, iş, herhangi bir uğraş, bir bahçe, bir insan, bir hayvan olabilir. Yeterki kendileriyle başbaşa kalmasınlar. Bunun nedeni de kendilerine hiçbir şekilde tahammüllerinin olmamasıdır.

     "Zaman tasarruf edeyim derken aslında başka şeylerden tasarruf ettiğinin kimse farkında değildi. Yaşamlarının gittikçe daha zavallı, daha tekdüze ve daha soğuk geçtiğini kavramak istemiyorlardı. Bu gerçeği sadece çocuklar taa yüreklerinde hissettiler. Çünkü artık kimsenin onlara ayıracak zamanı yoktu. Oysa zaman yaşamın kendisiydi. Ve yaşamın yeri yürekti. İnsanlar zamandan tasarruf ettikçe, zaman azalıyordu. " Tanıdık geldi mi?

     Haliyle duman adamlar sonunda Momo'yu da bulurlar ve onu da zaman tasarrufu konusunda ikna etmeye çalışırlar. Oyuncak bir bebek getirirler ve onunla oynamasını isterler. Momo kendisine ait oyunları olduğunu ve arkadaşlarıyla onları oynamaktan mutluluk duyduğunu anlatır. Getirdikleri Bibikız sürekli şu cümleyi kurar: "Ben daha başka şeyler istiyorum." Bibikız kısaca Barbie'dir :). Bibikız'ı mutlu edebilmek için ona giysiler alman gerekir. Tüm giysileri satın alsan bile Bibioğlan'ı alman gerekecektir. Bibioğlan'ın da istekleri bitmeyecektir. Çocukların eline sürekli doyurmaları gereken bebekler yerine hayallerini vermek en doğrusudur. Momo hayallerinden vazgeçecek bir çocuk olmadığı için bu oyuncağı reddeder ve kendisine giden duman adamı son derece kızdırır. Momo yine gözlerini açarak adamın anlattıklarını dinler ve böylece duman adam tüm planlarını istemeden ona anlatır.
Çocukların Mutluluk Hapı - Bibikızlar
      Momo, duman adamın kendisine anlattığı korkunç planları arkadaşlarıyla paylaşır. Onlar da pankartlar hazırlayıp, tüm şehirde duman adamların planlarını açıklarlar. Ancak herkes kendi işleriyle çok meşgul oldukları için kimse onları duymaz. Yalnızca duman adamlar durumdan haberdar olurlar. Buradaki pankartlı gençler, alanlara çıkıp yönetenleri protesto eden gençler olmalı. Ende'ye göre herkes o kadar kendi derdinde ki, kimse ortak çıkarları düşünecek durumda değil. Herkes yalnızca kendi çıkarını düşündüğü için, içlerinden hiçbiri etrafta olup bitenle ilgilenemeyecek kadar kör ve sağırlar. Çocuklar bir ara polise gitmeyi düşünürler. Ancak içlerinden biri buna da şu sözlerle engel olur: "Polis ne yapabilir ki! Bunlar sıradan haydutlar değil! Ayrıca polis bu işi çoktan biliyordur ama gücü yetmiyordur ya da domuzların farkında bile değillerdir. Her iki halde de ümit yok demektir!" Bu da muhtemelen hepinize tanıdık gelmiştir.

"İtalya'da yüzbinler ırkçılığı ve neo-faşizmi meydanlarda protesto etti"
https://kazete.com.tr/haber/italyada-yuzbinler-irkciligi-ve-neo-fasizmi-meydanlarda-protesto-etti-55915
     Tüm bu eylemlerden sonra duman adamlar Momo'nun peşine düşerler. Momo'nun kurtarıcısı bir kaplumbağa olur. Kassiopeia adlı kaplumbağanın sırtında beliren yazılar sayesinde Momo'nun yolunu bularak, Secundus Minutius Hora Usta'nın evine gitmesini sağlar. Hora Usta, Momo'ya üzerinde düşünülmesi gereken şu cümleleri kurar: "...zaman gerçek sahiplerinden alınınca ölüyor. Her insanın kendisine ait belli bir zamanı vardır. Ve bu zaman da yalnızca onda kaldıkça canlıdır, yaşar." Belki işe gidip, saatlerce çalışıp, boktan mobilyalar ve elbiseler almak için sattığınız zamanınızın kıymetini bu cümlelerle anlayabilirsiniz. ZAMANINIZ SİZDEN ALINDIĞINDA ÖLÜYOR. Bilginize... Hora Usta'nın kapitalizmi anlatan şu cümlesi de harikadır: "İnsanlar onların oluşmasına olanak tanıdığı için var oldular. Bu da yetmedi. Şimdi insanlar onların kendilerine hükmetmesine de olanak sağlıyorlar."

      Hora Usta, Momo'ya zamanın saklı olduğu yeri gösterir. Burası Momo'nun yüreğidir. Burada her saat başı bir çiçek açar (saat çiçekleri) ve her saat sonunda da solup yok olur, yerine bir yenisi açar. Buraya sadece zamanı anlayabilecek kişiler girebilir. 

      Gigi de hayatını duman adamlara emanet eder. Artık çok başarılı ve ünlü biridir ancak herşeyi bırakıp eski hayatına dönmek istediğinde duman adamlar ona şunu söylerler: "Sen bir hiçsin. Seni biz yarattık. Sen lastik bir balonsun. Seni biz üfleyip şişirdik. İçindeki havayı boşaltmamızı istemiyorsan bizi kızdırma. Yoksa bugünkü yerine gerçekten de kendi önemsiz yeteneğin sayesinde geldiğine mi inanmıştın?" Aşırı popüler olup sonra bir anda ortadan kaybolan tüm insanların kendi yeteneklerini savunmaya çalıştıklarında aldıkları cevap budur herhalde. 

      Bu arada şehre bir çocuk deposu kurulur. Sokaklarda oynayan tüm çocuklar toplanarak bu çocuk depolarına yerleştirilir. Burada oyunları çocuklara bakıcıları öğretir. Faydalı oyunlar oynattıklarını iddia ederek, çocukların hayal dünyasına çöp muamelesi yaparlar. Burada sevinmeyi, hayal kurmayı ve heyecanlanmayı unuturlar. Bu çocuk depoları anlaşıldığı üzere dünyamızdaki anaokullarıdır. Günümüzde bilindiği üzere anaokulları ve okullar, çocukları başlarından atmak isteyen ebeveynlerin en büyük sığınağıdır. 

Çocuk deposu
      Duman adamlarının planı Momo'nun bütün arkadaşlarını zaman tasarrufunun kölesi haline getirip, Momo'yu yalnız bırakmaktır. Momo Hora'nın yerinde uykuya dalar ve tam bir güneş dönencesi boyunca uyuyakalır. Uyandığında eski amfitiyatrodadır ancak hiçbir arkadaşı yanında değildir. Arkadaşlarını bulmaya çalışır ancak hiçbiri eskisi gibi değildir. Artık tek başınadır ve duman adamlarının planı işe yarar. Duman adamların isteği Hora Usta'nın yerini öğrenmektir. Bunun karşılığında da Momo'nun arkadaşlarını serbest bırakacaklarını ancak tüm diğer insanların zamanlarını alacaklarını açıklarlar. Momo yine Kassiopeia'yı takip ederek Hora Usta'nın yanına gider ancak bu defa duman adamları da takip edip Hora Usta'nın yerini öğrenmişlerdir. Hora Usta son bir kez tüm riski göze alıp uykuya dalar ve zamanı durdurur. Duman adamlarının yalnızca içtikleri sigaralar sayesinde hayatta kaldıkları, o sigaraların da ölü saat çiçeklerinden yapıldığı anlaşılır. Duman adamlar insanların zamanlarını depoladığı yere ulaşana kadar sayıları çok azalır. Kendi aralarındaki tartışmalar sonucunda da yalnızca 6 kişi kalırlar. Momo kendi saat çiçeği sayesinde deponun kapısını kapatır ve içeride kalan duman adamlar da teker teker yok olur. Tüm arkadaşları hapsoldukları zaman tasarrufu çılgınlığından kurtulurlar ve eskisinden bile daha güzel günlerde bir araya gelirler. 
Ölü Zamanlar
     Hora Usta, ölü zamanlarla ilgili şunları söyler: 
"Önceleri pek farkına varılmaz. Günün birinde insanın canı artık hiçbir şey yapmak istemez. Hiçbir şeyle ilgilenmez ve kurur gider. Üstelik bu isteksizlik geçici değildir, hatta giderek de artar. Günden güne, haftadan haftaya daha kötü olur. İnsan kendinden hoşlanmaz, sanki içi bomboştur ve dünyayla bağdaşamaz. Sonraları bu hisler de kalmaz ve hiçbir şey hissetmez olur. Bütün dünyaya yabancılaşmış ve hiç kimse onu artık ilgilendirmez olmuştur. Ne kızgınlık duyar ne de hayranlık. Ne sevinmesini bilir ne de üzülmesini. Gülmeyi de ağlamayı da unutmuştur. Böyle bir insanın içi kaskatı kesilmiştir. Artık hiçbir şeyi ve hiç kimseyi sevemez. Bu durumda, artık hastanın iyileşmesine olanak yoktur. Geriye dönüş kalmamıştır. Bomboş, kül rengi bir yüzle ve nefretle çevresine bakar, tıpkı duman adamlar gibi. Onlardan biri olup çıkmıştır. Hastalığın adına gelince, buna ölümcül can sıkıntısı denir." 
Son kez soruyorum. Tanıdık geldi mi? :)


29 Nisan 2019 Pazartesi

YUSUF ATILGAN - AYLAK ADAM

Yusuf Atılgan - Aylak Adam 1959
     Hangimiz gün geçmiyor ki paranın varlığı ve yokluğunun eşit derecede neden olduğu huzursuzluktan yakınmıyoruz? Paranın ilk bulunduğu günden itibaren insanların üzerine yağdırdığı laneti kınamıyoruz. Bay C. de aynısını yapıyor ama çoğumuzun yaptığı gibi sözle değil fiilen. Parayı önemsizleştirebilecek kadar mal mülk sahibi. Kendisine ait bir evi ve yazı yazmak gibi bir yeteneği var. "Zengin misin?" diye sorduklarında "Zengin değilim. Paralıyım." cevabını veriyor. 
     Kitap 4 bölümden oluşuyor. "Kış", "İlkyaz", "Yaz" ve "Güz". Baş karakterin tam adını hiçbir zaman bilemiyoruz. Adının baş harfi belli C. Belki Cüneyt, belki Ceyhan. Sıradan bir ruhu olmadığı için sıradan olan her şeye karşı. Bir işi rutine binmesin diye ikinci kez yapmayı reddedecek kadar şövalye ruhlu. Kimseye şirin görünmek gibi bir niyeti yok. Küçük insanların kurduğu küçük düzenlere karşı. Kitapta geçen bir kaç cümle bu ruhu birebir yansıtıyor: "Alışmaktan korkuyordu. Böyle giderse bu masa sevgilerinin kutsal yeri olacaktı. Bir yerleri olması kötüydü. Sonra insan kendinin değil, o yerin isteğine uygun yaşamaya başlardı." Kısacası Bay C. sahip olunmamak için sahip olmaya karşı çıkıyor. 
     Dilencilerle ilgili düşüncesi harika. Benden para dilenen bir kadına para verirken aklımdan geçenleri şöyle dile getiriyor: "Yaman adamdı bu dilenci. İnsanların işten dönerken ucuza huzur satın aldıklarını biliyordu... Kişioğlu böyleydi. Kimi dilenmek kimi sadaka vermek zorundaydı." 
     Kitapta en çok da düşündüklerimi düşünen birini bulmuş olmayı sevdim. İlkyaz işte tam olarak böyle bir cümleyle başlıyor: "Günlerin adı, sürelerince yaşanılan olayların değerine göre değişebilir. Bugün şimdilik "paltosunu ilk çıkardığı gün"dü, sonra "Güler'i ilk gördüğü gün" olacaktı. 
     Bay C.'nin yalancılar hakkındaki düşüncesi de şöyle: "...İnsanları yalan söyledikleri zaman dinlemeyi severim. Olmak istedikleri, olamadıkları "kişi"yi anlatırlar." Yalanın kendi içinde tutarlı bir sebebi olur. Bu sebebi çok güzel açıklamış. 
     Kitaptaki bazı tasvirler olağanüstü bir hayal gücüyle yazılmış: "Gökte hep o gazino camından gördüğü, su katılmış rakı rengi bulutlar vardı." Bazen de "Deniz dibi insan leşini kabul etmez." gibi özlü sözler. 
     Romanda aşkı arayan Bay C., aslında bir yaşamda kalma nedeni, içindeki boşluğu dolduracak bir tutamak arıyor. Bunu kendi sözleriyle şöyle dile getiriyor: "... Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadımı insan yuvarlanır. Tramvaylardaki tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kimi zenginliğe tutunur, kimi müdürlüğüne, kimi işine, sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutamağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez. Kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım. Öküzleri besiliydi, pırıl pırıldı. Herkesin "-Veli ağanın öküzleri gibi öküz yoktur," demesini isterdi. Daha gülünçleri de vardır. Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi! Bir kadın. Birbirimize yeteceğimiz, benimle birlik düşünen, duyan, seven bir kadın!"
     1959 yılında yazdığı "Aylak Adam" adeta okuyucusuna o zamandan bu zamana entelektüel algıda pek de fazla değişiklik olmamış dedirtiyor. O yıllardaki Türkiye'nin içinde bulunduğu duruma bakıldığında fazlasıyla cesur bir roman. Tıpkı yazarı gibi. Kitabı okuyacak olanlar Yusuf Atılgan'ın zihninde kısa bir gezintiye hazır olun.